Soru Sor
Sorunu sor hemen cevaplansın.
Helenistik (Helenizm) Felsefe Nedir? Kent devletinin sona erdiği M.Ö. 323 yılıyla Hellenistik çağın son büyük imparatorluğunun Roma’nın bir parçası olduğu M.Ö. 30 yılı arasındaki dönemin felsefesine verilen ad.
Bu dönemde yer alan dört büyük felsefe okulu sırasıyla, Akademi, Peripatetik okul, Epikürosçu ve Stoacı okuldur. Bu dört okuldan, hazcı ahlâkı ve Tanrı’nın evrene müdahalesini reddeden varlık görüşüyle Epiküros felsefesi, daha ağır basan ve döne*me çok büyük ölçüde damgasını vuran felsefe olmuştur. Amaçlı bir evren anlayışıyla en yüksek insani iyi olarak, aklın doğru ve yerinde faaliyetine duyulan inanç ise, en güçlü ifadesini Stoacılarda bulmuştur. Stoacıların görüşlerinde somutlaşan bu amaçlı evren görüşü, son çözümlemede Sokrates’ten miras alınan bir görüş olarak Epiküros’un varlık görüşüyle karşıtlık içindedir.
Bu dönemde ortaya çıkan başka bir felsefe okulu da, dogmatik oldukları gerekçesiyle tüm felsefelere ve özellikle de Stoacı felse*feye gösterilen tepkiyle seçkinleşen, kuşkuculuk olmuştur. Nihayet dönemin sonlarına doğru, Poseidoinos Panaetios ve Antiokhos, Stoa felsefesini Platon ve Aristotelesçi öğretilerle birleştirmeye çalışmıştır.
Hellenistik felsefede ön plana çıkan çalışma alanı ya da disiplin, etik olmuştur. Bunun nedeni, bireyin amacına ulaştığı, iyi bir yaşam sürdüğü, kendisini her bakımdan evinde gibi hissettiği kent devletinin yıkılması, kent devletinin yerini alan imparatorlukla birlikte, bilinen dünyanın sınırlarının genişlemesi ve bireylerin kaçınılmaz bir biçimde dünyaya topluma ve kendilerine yabancılaşması, yalnız ve başıboş kalmasıdır.
Böylesi bir toplum düzeninde, felsefeden beklenebilecek tek şey, ilgisini birey üzerinde yoğunlaştırması, bireyin felsefeden bek*lediği yol göstericilik görevini yerine getirmesidir. Bu dönemde, felsefenin herkesçe kabul görmüş amacı, insanı mutlu bir yaşama ulaştırmak, bireye güven ve bilgelik kazandırarak, onun yaşadığı yabancılaşma ve yolunu kaybetmişlik duygusunu aşmasını sağlamaktır. İşte bundan dolayı, Hellenistik dönemin en. büyük ve en önemli iki sistemi olan Epikürosçulukla Stoacılık kişisel bir ahlâk üzerinde yoğunlaşmışlar, siyasi ya da toplumsal düzenle ilgili problemlere pek az önem vermişlerdir. Bir tinsel bağımsızlık ve kendi kendine yetme idealini ön plana çıkartan iki akımın da ahlâkı, fiziklerinin katkısız materyalizmini yansıtacak şekilde doğalcı ve ‘bu dünyacı’, yani içinde yaşadı*ğımız dünyayla, bu dünyadaki yaşam ve değeri temele alan bir ahlâk anlayışıdır.
Aristo’dan sonra felsefe ahlak felsefesi şekline dönüşmüştür ve daha çok bilimsel araştırmalara önem verilmiştir. Bu dönemde Ahlaklı Yaşam nedir? ve İnsanın Mutluluğu Nerededir? Sorularına cevap aranmıştır.
Yunan felsefesi, dinden ve mitolojiden kopuşla başlamıştır. Oysa hellen felsefesi ve roma felsefesi giderek dine yaklaşma eğilimi göstermiştir. Hellen döneminde kişinin mutluluğunu sağlamak amaç olmuş, felsefenin amacı bireyin mutluluğunu sağlamak olmuştur. Bu yönüyle bu dönemdeki felsefe ahlak ve pragmatik bir felsefe haline gelmiştir.
2-) Bu dönemdeki felsefenin amacı; yaşamın anlamı nedir ve bireyin mutluluğu nasıl sağlanır? gibi sorulara cevap aranmıştır. Bu yönüyle ahlak felsefesi özelliğini taşır.
3-) Bu dönem felsefesinin amacı bireyin mutluluğunu sağlamak olduğu için pratik şeylere yönelme olmuştur. Bu da bilimlerin tek tek gelişmesini sağlamıştır. (Özellikle geometri, matematik ve astronomi ) Bu yönüyle bu dönemdeki felsefe ayrıca pragmatik felsefedir.
4-) Bilimlerin gelişmesiyle metafiziksel problemlere ilgi azalmıştır.
2-) Felsefeye özgün bir şey katmamışlardır.
3-) Ahlak felsefesine ağırlık verilmiştir.
4-) Kaderci bir yaklaşımları vardır. (Stoacılardan etkilenmiştir.)
Bu dönemde etkili olan 4 akım vardır. Bunlar septisizm, epikürosculuk, stoacılık ve yeni plâtonculuktur.
Pyrrhon, her sav için birbirinin karşıtı olan ve eşit güce sahip 2 kanıt ileri sürülebilir. Mesela tanrıların varlığı hem vardır hem yoktur diyebiliriz. Bu iki yargının da doğruluğu veya yanlışlığı aynı eşit güce sahiptir. Bu yargıların doğruluğunu bilemeyiz. Çünkü akıl ve duyularımız nesneleri bize oldukları gibi değil de göründükleri gibi gösterir. Bunun için her türlü yargıdan kaçınmalıyız (Epokhe). Epokhe ne kadar tam uygulanırsa ruh huzursuzluktan o kadar uzaklaşır ve ruh huzuruna o kadar varır ve mutluluğu o ölçüde yaşar.
Timon, hocası Pyrrhon’un öğretilerini 3 soruyla özetler
- Nesnelerin gerçek yapısı nedir? Kavranamaz
- Nesneler karşısındaki tavrımız ne olmalıdır? Her türlü yargıdan kaçınmalıyız
- Nesneler karşısındaki doğru duruştan ne kazanırız? Ruh dinginliğine ulaşırız.
Karneades, diğer bir şüpheci filozoftur. Ona göre doğru ve yanlışı birbirinden ayırt edebilecek güvenilir bir ölçüt veya bir belirti elimizde yoktur. Yani güvenilir doğruluk ölçüsü yoktur. Bu ölçü duyularda ve akılda aranabilir. Bunlar da görecelidir. Karneades’e göre bir önerme aynı anda doğru ve yanlış olabilir. Stoacılar ise bir önerme ya doğrudur ya yanlıştır der. Karneades stoacıların bu doğruluk anlayışını eleştirerek felsefesini oluşturmuştur.
Epiküros’a (M.Ö. 341 -270) göre en yüksek iyi (mutluluk) acıdan kurtulmuş olmadır. Acıdan kurtulmuş olan ruhun huzursuzluktan kurtulmasıdır.(Ataraxia) Ruh huzurluğu isteklerin bastırılmasına bağlıdır. Fakat mutluluk için esas olan dengeli gitme yani ölçülü olmaktır. Mutluluk için esas olan aklın ve bedenin isteklerinde denge kurmadır. Önemli olan acıdan uzaklaşmadır. En çok acı veren şey korku özellikle ölüm ve tanrı korkusudur.
Epiküros, Demokritos’un maddeci (Atomcu) anlayışını benimsemiştir. Ona göre Atomların ilişkilerini kendiliğinden olan yasalar belirler. Yazgı bu kör zorunluluğun ve hesaplanamayan rastlantının sonucudur. Mademki insan yazgısını kendiliğinden olan zorunluluk ve önceden görülemeyen rastlantılar belirler, o halde insan yaşam ve ölüm karşısında ilgisiz kalarak ve akıllı davranarak çevresinde mutluluk verecek şeyleri ayırt etmelidir. O halde temelsiz korkular mutluluğumuza engel olmamalıdır. Epiküros tanrının varlığını reddetmez, fakat tanrıların insan hayatlarına karışmadıklarını söyler. Bu nedenle tanrıdan korkulmaması gerektiğini söyler.
Kısacası mutlu olmak için ölçülü yaşamak, insanı ruhen sürekli haz içinde bulunduracak şeylere yönelmek gerekir. Yani dünyevi mutluluklar sağlayacak (şan, şeref, statü gibi) şeylerden uzak durup, ruh huzuru sağlayacak şeylere yönelmek gerekir. Ancak bu sayede mutluluğa ulaşabiliriz.
Ona göre toplum, devlet gibi bireyüstü kurumlar bireyin yalnızca mutluluğunu sağlamak için olan araçlardır. Devlet ona göre bireylerin karşılıklı korunma gereğinden, düşünüp taşınmalarından doğmuş olan sözleşmeye dayana bağdır, kurumdur. Bu nedenle devletin yapısı ve amacı herkese yarar sağlamak olmalıdır.
Her insanın kaçınamayacağı, yaşamına hâkim olan bir yazgısı vardır. Yasamın şekli insan için önceden belirlenmiştir. Bunun için insan yazgısını olduğu gibi kabul etmelidir. İnsan yazgısından şikâyet etmemelidir. Şikâyet ederek yazgısını değiştiremez. İnsan yazgısını kabul etmediği zaman elden bir şey gelemeyeceği için kendisini üzüntü ve sıkıntıya verecektir.
İnsanın görevi doğaya göre yaşamaktır. Doğaya, akla uygun yaşamak ödevdir, erdemliliktir. Erdem insanın iradesinde yatar. Onun olaylar karşısındaki tutumuna bağlıdır. Bu nedenle mutluluk bireyin kendi elindedir. Bireylerin olaylar karşısında korkmaları onların olmalarını önlemeyecek. Bu nedenle olaylar karşısında korkmanın hiçbir yararı yoktur. Hiçbir duygu karşısında güçsüz olmamak, onlara yenilmemeyi ilke edinmek özgürlüğün ve mutluluğun koşuludur.
Olaylar karşısında korkuya kapılmayan, hiç bir şeye fazla değer vermeyen kişi erdemliliğe ulaşır. Çünkü insan tutkuların kölesi olmaz. Erdem insanın tutkularına tam anlamıyla egemen olmasıdır.
Stoa Felsefesinin özelliklerine gelince;
1-) Bireyci (individüalizm) ahlak anlayışına sahiptir.
2-) Yaşamda ölçülü olmayı temel alır.
3-) Panteist (tümtanrıcılık) bir tanrı anlayışları vardır.
4-) Kaderci bir anlayışa sahiptirler. (İnsan kaderine boyun eğmelidir.)
5-) Roma felsefesini etkilemiştir.
Plotinos’a (M.Ö. 270–204) göre değişmeyen bir şey gerçekten var olabilir. Dolayısıyla bu değişmeyen gerçeklik, maddi dünyadan farklı ve ayrı olmalıdır. Bu varlık ise tanrıdır. Madde, ruh ve zihinden her biri değiştiği için, Tanrı ne madde, ne ruh ne de zihindir. Tanrı zihin düşünceleriyle sınırlanamayacağından, insan diliyle ifade edilemez. Duyularımızla da ona ulaşamayız. Tanrıya ulaşmanın tek yolu mistik bir vecd haline girmektir.
Plotinos, platonun idealarının en yücesi olan iyiyi tanrı olarak gördü ve ona BİR adını verdi. BİR’in değişmediğini, onun yaratılmadığını ve bölünemez olduğunu gösterir. Tanımlanamaz ve aklın ötesindedir. Zira BİR değişseydi, bölünebilseydi veya yaratılmış olsaydı birliğini kaybederdi. Plotinos’a göre bu evrendeki her şey tanrıdan zorunlu olarak çıkmıştır. BİR’den çıkan ilk varlık NOUS’tur. Nous akıldır. BİR’e en çok benzeyen varlıktır. Nous tümel akıldır.(Evrensel akıl –ruh) O kendisinde tikel şeylerin idealarını taşır. Ondan da bireysel akıllar çıkar. BİR, nasıl aklı saçtıysa, akılda ruhu saçar ve ruh her şeyin içinde var olarak çoklaşır. BİR’den ayrılan her şey kaynağından ayrılır ve ondan farklı olur ve bu ayrılmayla beraber ona dönmek için özlem duyar. Tanrıya dönmek ve onunla birleşmek ister. Bu da ancak Tefekkürle yani ruhun düşünceyi aşarak vecd haline girmesiyle gerçekleşebilir.
Plotinosun varlık anlayışında en yüksek basamak BİR, daha sonra sırasıyla NOUS, RUH, MADDE (BİR’den en uzak olan) dir.
Ek Bilgiler
Büyük İskender'in egemenliğiyle özgür ve bağımsız Yunan kent devletinin gücü gerçekten tarihe karışmıştı. Onun ve siyasi güç için birbirleriyle dövüşen ardıllarının egemenlikleri sırasında Yunan kentlerinin ellerindeki özgürlük ancak sözde egemenlikti ya da en azından her şeyin üzerinde duran egemenin iyi niyetine bağımlıydı.
İşte bu yeni siyasi durum, kaçınılmaz olarak, felsefede de bir etki yarattı. Hem Platon hem de Aristoteles Yunan kentinin insanlarıydılar. Ve onlar için birey; kentten ve kentin yaşamından ayrı düşünülemezdi. Birey kentte amacına ulaşır ve yaşamını iyi sürdürürdü. Ama özgür kent daha büyük bir kozmopolitan bütüne kaynaştığı zaman, yalnızca Stoacılıkta gördüğümüz gibi, dünya vatandaşlığı ideali ile kozmopolitanizmin değil, fakat bunun yanı sıra bireyciliğin de öne çıkması doğal olabilirdi. Gerçekte bu iki öge, kozmopolitanlık ve bireycilik, sıkı sıkıya birbirlerine bağlıydılar. Çünkü kent devletinin Platon ve Aristoteles'in düşündükleri gibi sıkı ve her şeyi kucaklayan yaşamı çöktüğü ve yurttaşlar daha büyük bir bütüne kaynaştıkları zaman, birey kaçınılmaz olarak başı boş kaldı, kent-devletindeki bağlarından koptu. Böylece kozmopolitan bir toplumda felsefeden beklenebilecek tek şey ilgisini bireyde yoğunlaştırması onun yaşamda kılavuzluk istemine karşılaştırmaya çalışması olacaktı. Çünkü bu yaşam artık göreli olarak küçük bir kent ailesinde değil ama büyük bir toplumda yaşanıyor, ve buna göre felsefe başat olarak törel ve kılgısal eğilimler sergiliyordu. -Stoacılık ve Epikürcülükte olduğu gibi. ****fiziksel ve ruhsal kurgu düşme eğilimine girdi, kendileri uğruna değil ama ancak törebilim için bir temel ve hazırlık sağlamaları işleminde birer ilgi nesnesi oldular. Törel alan üzerinde bu yoğunlaşma yeni okulların ****fiziksel kavramlarını kendi başlarına yeni kurgular üretmeye girişmeksizin niçin başka düşünürlerden ödünç almış olduklarını anlamayı kolaylaştırır. Gerçekten de bu bakımdan geriye ön-Sokratiklere döndüler-. Stoacılık Herakleitos'un fiziğine ve Epikürcülük ve Demokritos'un atomculuğuna başvuruyordu. Bundan da ötesi, Aristoteles-sonrası Okullar en azından belli bir düzeyde giderek törel düşünce ve eğilimleri ve eğilimleri için bile Ön-Sokratiklere döndüler, Stoacılar Kynik törebilimden ve Epikürcüler Kraniklerden ödünç aldılar.
Bu törel ve kılgısal ilgi, Roma döneminde Aristoteles-sonrası okulların gelişiminde özellikle belirgindir. Çünkü Romalılar ve Yunanlılar gibi kurgul ve ****fiziksel yanları güçlü düşünürler değil, tersine karşılıklı olarak kılgıya yönelik insanlardı. Eski Romalılar karakter üzerinde diretiyorlardı -kurgu onlara biraz yabancı idi- ve Roma İmparatorluğunda, cumhuriyetin önceki idealleri ve gelenekleri söndüğü zaman, bireye çalkantılı bir toplumsal süreç içerisinde yaşamını doğru olarak yönlendirmesini ve belli bir tinsel ve ahlaksal bağımsızlık üzerine dayanan bir ilke ve eylem tutarlılığını sürdürmesini sağlayabilecek davranış kurallarını sağlama görevi sözcüğün tam anlamıyla felsefecilere düşüyordu.
Nietzsche, Hellenistik ve diğer Yunan felsefesi hakkında şu yorumu yapar: "Yunanlılar, gerçekten sağlam bir millet olarak, felsefe yapmakla, bütün başka milletlerden çok daha büyük ölçüde felsefeyi meşru kıldılar. Ama vaktinde duramadılar, çünkü kuru ihtiyarlık çağlarında felsefeden, sadece hristiyan doğmatiğinin sofuca akıl oyunlarını ve pek kutsal kılı kırk yarmalarını anlamakla beraber, kendilerini felsefenin ateşli taraftarları olarak gösterdiler.
"Vaktinde duramadıklarından ötürüdür ki, kendilerinden sonra gelen barbar aleme gördükleri hizmeti kendi elleriyle ufalttılar."
Aristoteles'ten sonra Hellenistik felsefe, iki doğrultuda gelişmiştir. Bir yandan bir ahlak felsefesi, öbür yandan da pozitif bilimler üzerinde bilgince bir araştırma olmuştur. Platon ve Aristoteles'in okulları da (Akademia ile Lykeion) bu gelişmeye ayak uydurmuştur.
Tarih: 2016-03-02 01:56:42
Kategori: Sözlük
Soru Tarat
Kitaptan sorunu tarat hemen cevaplansın.
Sorunu sor hemen cevaplansın.
Helenistik Felsefe Nedir
Bu dönemde yer alan dört büyük felsefe okulu sırasıyla, Akademi, Peripatetik okul, Epikürosçu ve Stoacı okuldur. Bu dört okuldan, hazcı ahlâkı ve Tanrı’nın evrene müdahalesini reddeden varlık görüşüyle Epiküros felsefesi, daha ağır basan ve döne*me çok büyük ölçüde damgasını vuran felsefe olmuştur. Amaçlı bir evren anlayışıyla en yüksek insani iyi olarak, aklın doğru ve yerinde faaliyetine duyulan inanç ise, en güçlü ifadesini Stoacılarda bulmuştur. Stoacıların görüşlerinde somutlaşan bu amaçlı evren görüşü, son çözümlemede Sokrates’ten miras alınan bir görüş olarak Epiküros’un varlık görüşüyle karşıtlık içindedir.
Bu dönemde ortaya çıkan başka bir felsefe okulu da, dogmatik oldukları gerekçesiyle tüm felsefelere ve özellikle de Stoacı felse*feye gösterilen tepkiyle seçkinleşen, kuşkuculuk olmuştur. Nihayet dönemin sonlarına doğru, Poseidoinos Panaetios ve Antiokhos, Stoa felsefesini Platon ve Aristotelesçi öğretilerle birleştirmeye çalışmıştır.
Helenistik Felsefesinin Genel Özellikleri
Hellenistik felsefenin en önemli özelliği, bu felsefenin konularını mantık fizik ve etik şeklinde düzenlemesidir. Mantık, Aristoteles’ten miras alınan bir tavırla, bilgi teorisini de kapsayacak şekilde, doğru bilgiye ulaşmanın yöntemi ve felsefenin vazgeçilmez aracı olarak görülmüştür. Nitekim, bu anlayışın bir sonucu olarak, özellikle Stoacılar mantık alanına çok önemli katkılar yapmışlardır. Aynı şekilde, fizik de arka planda kalıp, yalnızca etik için bir temel ve hazırlık olma fonksiyonunu yerine getirmiştir. Bundan dolayı, bu dönemde filozoflar, fizik ya da varlık alanında yeni teoriler geliştirmek yerine, Sokrates öncesi doğa filozoflarının görüşlerini aynen benimsemişlerdir. Bu bağlamda, Stoalıların Herakleitos’un fiziği*ni Epiküros’un ise Demokritosun atomcu görüşünü pek büyük bir değişiklik yapmadan benimsediğini söylemekte yarar vardır.Hellenistik felsefede ön plana çıkan çalışma alanı ya da disiplin, etik olmuştur. Bunun nedeni, bireyin amacına ulaştığı, iyi bir yaşam sürdüğü, kendisini her bakımdan evinde gibi hissettiği kent devletinin yıkılması, kent devletinin yerini alan imparatorlukla birlikte, bilinen dünyanın sınırlarının genişlemesi ve bireylerin kaçınılmaz bir biçimde dünyaya topluma ve kendilerine yabancılaşması, yalnız ve başıboş kalmasıdır.
Böylesi bir toplum düzeninde, felsefeden beklenebilecek tek şey, ilgisini birey üzerinde yoğunlaştırması, bireyin felsefeden bek*lediği yol göstericilik görevini yerine getirmesidir. Bu dönemde, felsefenin herkesçe kabul görmüş amacı, insanı mutlu bir yaşama ulaştırmak, bireye güven ve bilgelik kazandırarak, onun yaşadığı yabancılaşma ve yolunu kaybetmişlik duygusunu aşmasını sağlamaktır. İşte bundan dolayı, Hellenistik dönemin en. büyük ve en önemli iki sistemi olan Epikürosçulukla Stoacılık kişisel bir ahlâk üzerinde yoğunlaşmışlar, siyasi ya da toplumsal düzenle ilgili problemlere pek az önem vermişlerdir. Bir tinsel bağımsızlık ve kendi kendine yetme idealini ön plana çıkartan iki akımın da ahlâkı, fiziklerinin katkısız materyalizmini yansıtacak şekilde doğalcı ve ‘bu dünyacı’, yani içinde yaşadı*ğımız dünyayla, bu dünyadaki yaşam ve değeri temele alan bir ahlâk anlayışıdır.
HELLENİZM - ROMA FELSEFESİ
Bu çağdaki felsefe Büyük İskender’in M.Ö. 334–224 yıllarında Pers İmparatorluğunu ele geçirmesiyle başlar. Büyük İskender’in fethiyle topraklar Ortadoğu’ya kadar yayılmış ve artık yunan kültürü doğunun mistik kültürü ile tanışmıştır. İşte bu dönemdeki felsefe yunan kültürü ile doğunun mistik kültürünün kaynaşmasıyla meydana gelmiştir.Aristo’dan sonra felsefe ahlak felsefesi şekline dönüşmüştür ve daha çok bilimsel araştırmalara önem verilmiştir. Bu dönemde Ahlaklı Yaşam nedir? ve İnsanın Mutluluğu Nerededir? Sorularına cevap aranmıştır.
Yunan felsefesi, dinden ve mitolojiden kopuşla başlamıştır. Oysa hellen felsefesi ve roma felsefesi giderek dine yaklaşma eğilimi göstermiştir. Hellen döneminde kişinin mutluluğunu sağlamak amaç olmuş, felsefenin amacı bireyin mutluluğunu sağlamak olmuştur. Bu yönüyle bu dönemdeki felsefe ahlak ve pragmatik bir felsefe haline gelmiştir.
1. HELEN FELSEFESİ ÖZELLİKLERİ
1-) Doğu ile batı kültürü kaynaşmıştır.2-) Bu dönemdeki felsefenin amacı; yaşamın anlamı nedir ve bireyin mutluluğu nasıl sağlanır? gibi sorulara cevap aranmıştır. Bu yönüyle ahlak felsefesi özelliğini taşır.
3-) Bu dönem felsefesinin amacı bireyin mutluluğunu sağlamak olduğu için pratik şeylere yönelme olmuştur. Bu da bilimlerin tek tek gelişmesini sağlamıştır. (Özellikle geometri, matematik ve astronomi ) Bu yönüyle bu dönemdeki felsefe ayrıca pragmatik felsefedir.
4-) Bilimlerin gelişmesiyle metafiziksel problemlere ilgi azalmıştır.
2. ROMA FELSEFESİ ÖZELLİKLERİ
1-) Yunan felsefesi incelenmiştir. Bu nedenle yunan felsefesinin çoğu özelliğini taşır.2-) Felsefeye özgün bir şey katmamışlardır.
3-) Ahlak felsefesine ağırlık verilmiştir.
4-) Kaderci bir yaklaşımları vardır. (Stoacılardan etkilenmiştir.)
Bu dönemde etkili olan 4 akım vardır. Bunlar septisizm, epikürosculuk, stoacılık ve yeni plâtonculuktur.
3. HELLEN-ROMA DÖNEMİ FELSEFİ AKIMLARI
SEPTİSİZM
Bilginin olanakları ve sınırı nedir? sorusuyla ortaya çıkmıştır. İlk septikler sofistlerdir. (Protogaras ve Gorgias) Fakat bilgi sorununu sistematik şekilde (şüpheyi sisteme dönüştüren) inceleyen ilk Pyrrhon’dur. (M.Ö. 365–275)Pyrrhon, her sav için birbirinin karşıtı olan ve eşit güce sahip 2 kanıt ileri sürülebilir. Mesela tanrıların varlığı hem vardır hem yoktur diyebiliriz. Bu iki yargının da doğruluğu veya yanlışlığı aynı eşit güce sahiptir. Bu yargıların doğruluğunu bilemeyiz. Çünkü akıl ve duyularımız nesneleri bize oldukları gibi değil de göründükleri gibi gösterir. Bunun için her türlü yargıdan kaçınmalıyız (Epokhe). Epokhe ne kadar tam uygulanırsa ruh huzursuzluktan o kadar uzaklaşır ve ruh huzuruna o kadar varır ve mutluluğu o ölçüde yaşar.
Timon, hocası Pyrrhon’un öğretilerini 3 soruyla özetler
- Nesnelerin gerçek yapısı nedir? Kavranamaz
- Nesneler karşısındaki tavrımız ne olmalıdır? Her türlü yargıdan kaçınmalıyız
- Nesneler karşısındaki doğru duruştan ne kazanırız? Ruh dinginliğine ulaşırız.
Karneades, diğer bir şüpheci filozoftur. Ona göre doğru ve yanlışı birbirinden ayırt edebilecek güvenilir bir ölçüt veya bir belirti elimizde yoktur. Yani güvenilir doğruluk ölçüsü yoktur. Bu ölçü duyularda ve akılda aranabilir. Bunlar da görecelidir. Karneades’e göre bir önerme aynı anda doğru ve yanlış olabilir. Stoacılar ise bir önerme ya doğrudur ya yanlıştır der. Karneades stoacıların bu doğruluk anlayışını eleştirerek felsefesini oluşturmuştur.
EPİKÜROSCULUK
Ahlak felsefesi olan Epikürosculuğun amacı mutluluktur. Bu dönemdeki felsefenin başlıca amacı mutluluğu sağlamaktır. Bu da ancak insanı tanrı ve ölüm korkusundan kurtarmakla yapılabilir. İnsan aklın hazlarını tatmaktan başka dünyanın sunduğu nimetlerden de yararlanmalı ve bu sayede mutlu olmalıdır.Epiküros’a (M.Ö. 341 -270) göre en yüksek iyi (mutluluk) acıdan kurtulmuş olmadır. Acıdan kurtulmuş olan ruhun huzursuzluktan kurtulmasıdır.(Ataraxia) Ruh huzurluğu isteklerin bastırılmasına bağlıdır. Fakat mutluluk için esas olan dengeli gitme yani ölçülü olmaktır. Mutluluk için esas olan aklın ve bedenin isteklerinde denge kurmadır. Önemli olan acıdan uzaklaşmadır. En çok acı veren şey korku özellikle ölüm ve tanrı korkusudur.
Epiküros, Demokritos’un maddeci (Atomcu) anlayışını benimsemiştir. Ona göre Atomların ilişkilerini kendiliğinden olan yasalar belirler. Yazgı bu kör zorunluluğun ve hesaplanamayan rastlantının sonucudur. Mademki insan yazgısını kendiliğinden olan zorunluluk ve önceden görülemeyen rastlantılar belirler, o halde insan yaşam ve ölüm karşısında ilgisiz kalarak ve akıllı davranarak çevresinde mutluluk verecek şeyleri ayırt etmelidir. O halde temelsiz korkular mutluluğumuza engel olmamalıdır. Epiküros tanrının varlığını reddetmez, fakat tanrıların insan hayatlarına karışmadıklarını söyler. Bu nedenle tanrıdan korkulmaması gerektiğini söyler.
Kısacası mutlu olmak için ölçülü yaşamak, insanı ruhen sürekli haz içinde bulunduracak şeylere yönelmek gerekir. Yani dünyevi mutluluklar sağlayacak (şan, şeref, statü gibi) şeylerden uzak durup, ruh huzuru sağlayacak şeylere yönelmek gerekir. Ancak bu sayede mutluluğa ulaşabiliriz.
Ona göre toplum, devlet gibi bireyüstü kurumlar bireyin yalnızca mutluluğunu sağlamak için olan araçlardır. Devlet ona göre bireylerin karşılıklı korunma gereğinden, düşünüp taşınmalarından doğmuş olan sözleşmeye dayana bağdır, kurumdur. Bu nedenle devletin yapısı ve amacı herkese yarar sağlamak olmalıdır.
STOACILIK
Kurucusu Kıbrıslı Elalı Zenon’dur. Zenon da bireyin mutluluğuna dönük bir başka felsefe ortaya çıkarmıştır. Zenon da Platon gibi her şeyin zorunlu olarak var olduğunu, evrende rastlantıya yer olmadığını söyler. Ayrıca tanrının evrenden ayrı olmadığını, evrenin her yerinde olduğunu söyler. O evrene yayılan kutsal ruh-akıldır. Yani başka bir ifadeyle LOGOS’tur.Her insanın kaçınamayacağı, yaşamına hâkim olan bir yazgısı vardır. Yasamın şekli insan için önceden belirlenmiştir. Bunun için insan yazgısını olduğu gibi kabul etmelidir. İnsan yazgısından şikâyet etmemelidir. Şikâyet ederek yazgısını değiştiremez. İnsan yazgısını kabul etmediği zaman elden bir şey gelemeyeceği için kendisini üzüntü ve sıkıntıya verecektir.
İnsanın görevi doğaya göre yaşamaktır. Doğaya, akla uygun yaşamak ödevdir, erdemliliktir. Erdem insanın iradesinde yatar. Onun olaylar karşısındaki tutumuna bağlıdır. Bu nedenle mutluluk bireyin kendi elindedir. Bireylerin olaylar karşısında korkmaları onların olmalarını önlemeyecek. Bu nedenle olaylar karşısında korkmanın hiçbir yararı yoktur. Hiçbir duygu karşısında güçsüz olmamak, onlara yenilmemeyi ilke edinmek özgürlüğün ve mutluluğun koşuludur.
Olaylar karşısında korkuya kapılmayan, hiç bir şeye fazla değer vermeyen kişi erdemliliğe ulaşır. Çünkü insan tutkuların kölesi olmaz. Erdem insanın tutkularına tam anlamıyla egemen olmasıdır.
Stoa Felsefesinin özelliklerine gelince;
1-) Bireyci (individüalizm) ahlak anlayışına sahiptir.
2-) Yaşamda ölçülü olmayı temel alır.
3-) Panteist (tümtanrıcılık) bir tanrı anlayışları vardır.
4-) Kaderci bir anlayışa sahiptirler. (İnsan kaderine boyun eğmelidir.)
5-) Roma felsefesini etkilemiştir.
YENİ PLÂTONCULUK
Plotinos’un felsefesi platon felsefesine bağımlılığından dolayı bu adı almıştır. Platon ve stoacıların oluşturduğu soyut Tanrı anlayışı, LOGOS, o dönemde somut tanrı anlayışına alışmış olan kafalarda soru işaretlerinin doğmasına neden olmuştur. Plotinos, bu noktayı Platonun idealizm ile doğunun mistisizmi özellikle de Hinduizm arasında sentez kurarak çözmeye çalışmıştır.Plotinos’a (M.Ö. 270–204) göre değişmeyen bir şey gerçekten var olabilir. Dolayısıyla bu değişmeyen gerçeklik, maddi dünyadan farklı ve ayrı olmalıdır. Bu varlık ise tanrıdır. Madde, ruh ve zihinden her biri değiştiği için, Tanrı ne madde, ne ruh ne de zihindir. Tanrı zihin düşünceleriyle sınırlanamayacağından, insan diliyle ifade edilemez. Duyularımızla da ona ulaşamayız. Tanrıya ulaşmanın tek yolu mistik bir vecd haline girmektir.
Plotinos, platonun idealarının en yücesi olan iyiyi tanrı olarak gördü ve ona BİR adını verdi. BİR’in değişmediğini, onun yaratılmadığını ve bölünemez olduğunu gösterir. Tanımlanamaz ve aklın ötesindedir. Zira BİR değişseydi, bölünebilseydi veya yaratılmış olsaydı birliğini kaybederdi. Plotinos’a göre bu evrendeki her şey tanrıdan zorunlu olarak çıkmıştır. BİR’den çıkan ilk varlık NOUS’tur. Nous akıldır. BİR’e en çok benzeyen varlıktır. Nous tümel akıldır.(Evrensel akıl –ruh) O kendisinde tikel şeylerin idealarını taşır. Ondan da bireysel akıllar çıkar. BİR, nasıl aklı saçtıysa, akılda ruhu saçar ve ruh her şeyin içinde var olarak çoklaşır. BİR’den ayrılan her şey kaynağından ayrılır ve ondan farklı olur ve bu ayrılmayla beraber ona dönmek için özlem duyar. Tanrıya dönmek ve onunla birleşmek ister. Bu da ancak Tefekkürle yani ruhun düşünceyi aşarak vecd haline girmesiyle gerçekleşebilir.
Plotinosun varlık anlayışında en yüksek basamak BİR, daha sonra sırasıyla NOUS, RUH, MADDE (BİR’den en uzak olan) dir.
Ek Bilgiler
Büyük İskender'in egemenliğiyle özgür ve bağımsız Yunan kent devletinin gücü gerçekten tarihe karışmıştı. Onun ve siyasi güç için birbirleriyle dövüşen ardıllarının egemenlikleri sırasında Yunan kentlerinin ellerindeki özgürlük ancak sözde egemenlikti ya da en azından her şeyin üzerinde duran egemenin iyi niyetine bağımlıydı.
İşte bu yeni siyasi durum, kaçınılmaz olarak, felsefede de bir etki yarattı. Hem Platon hem de Aristoteles Yunan kentinin insanlarıydılar. Ve onlar için birey; kentten ve kentin yaşamından ayrı düşünülemezdi. Birey kentte amacına ulaşır ve yaşamını iyi sürdürürdü. Ama özgür kent daha büyük bir kozmopolitan bütüne kaynaştığı zaman, yalnızca Stoacılıkta gördüğümüz gibi, dünya vatandaşlığı ideali ile kozmopolitanizmin değil, fakat bunun yanı sıra bireyciliğin de öne çıkması doğal olabilirdi. Gerçekte bu iki öge, kozmopolitanlık ve bireycilik, sıkı sıkıya birbirlerine bağlıydılar. Çünkü kent devletinin Platon ve Aristoteles'in düşündükleri gibi sıkı ve her şeyi kucaklayan yaşamı çöktüğü ve yurttaşlar daha büyük bir bütüne kaynaştıkları zaman, birey kaçınılmaz olarak başı boş kaldı, kent-devletindeki bağlarından koptu. Böylece kozmopolitan bir toplumda felsefeden beklenebilecek tek şey ilgisini bireyde yoğunlaştırması onun yaşamda kılavuzluk istemine karşılaştırmaya çalışması olacaktı. Çünkü bu yaşam artık göreli olarak küçük bir kent ailesinde değil ama büyük bir toplumda yaşanıyor, ve buna göre felsefe başat olarak törel ve kılgısal eğilimler sergiliyordu. -Stoacılık ve Epikürcülükte olduğu gibi. ****fiziksel ve ruhsal kurgu düşme eğilimine girdi, kendileri uğruna değil ama ancak törebilim için bir temel ve hazırlık sağlamaları işleminde birer ilgi nesnesi oldular. Törel alan üzerinde bu yoğunlaşma yeni okulların ****fiziksel kavramlarını kendi başlarına yeni kurgular üretmeye girişmeksizin niçin başka düşünürlerden ödünç almış olduklarını anlamayı kolaylaştırır. Gerçekten de bu bakımdan geriye ön-Sokratiklere döndüler-. Stoacılık Herakleitos'un fiziğine ve Epikürcülük ve Demokritos'un atomculuğuna başvuruyordu. Bundan da ötesi, Aristoteles-sonrası Okullar en azından belli bir düzeyde giderek törel düşünce ve eğilimleri ve eğilimleri için bile Ön-Sokratiklere döndüler, Stoacılar Kynik törebilimden ve Epikürcüler Kraniklerden ödünç aldılar.
Bu törel ve kılgısal ilgi, Roma döneminde Aristoteles-sonrası okulların gelişiminde özellikle belirgindir. Çünkü Romalılar ve Yunanlılar gibi kurgul ve ****fiziksel yanları güçlü düşünürler değil, tersine karşılıklı olarak kılgıya yönelik insanlardı. Eski Romalılar karakter üzerinde diretiyorlardı -kurgu onlara biraz yabancı idi- ve Roma İmparatorluğunda, cumhuriyetin önceki idealleri ve gelenekleri söndüğü zaman, bireye çalkantılı bir toplumsal süreç içerisinde yaşamını doğru olarak yönlendirmesini ve belli bir tinsel ve ahlaksal bağımsızlık üzerine dayanan bir ilke ve eylem tutarlılığını sürdürmesini sağlayabilecek davranış kurallarını sağlama görevi sözcüğün tam anlamıyla felsefecilere düşüyordu.
Nietzsche, Hellenistik ve diğer Yunan felsefesi hakkında şu yorumu yapar: "Yunanlılar, gerçekten sağlam bir millet olarak, felsefe yapmakla, bütün başka milletlerden çok daha büyük ölçüde felsefeyi meşru kıldılar. Ama vaktinde duramadılar, çünkü kuru ihtiyarlık çağlarında felsefeden, sadece hristiyan doğmatiğinin sofuca akıl oyunlarını ve pek kutsal kılı kırk yarmalarını anlamakla beraber, kendilerini felsefenin ateşli taraftarları olarak gösterdiler.
"Vaktinde duramadıklarından ötürüdür ki, kendilerinden sonra gelen barbar aleme gördükleri hizmeti kendi elleriyle ufalttılar."
Aristoteles'ten sonra Hellenistik felsefe, iki doğrultuda gelişmiştir. Bir yandan bir ahlak felsefesi, öbür yandan da pozitif bilimler üzerinde bilgince bir araştırma olmuştur. Platon ve Aristoteles'in okulları da (Akademia ile Lykeion) bu gelişmeye ayak uydurmuştur.
Kitaptan sorunu tarat hemen cevaplansın.
Yorum Yapx